Küçük Sahure, hızlı hızlı Maria’nın
kapısına vurmaya başladı. Kapının üzerinde kocaman bir kilit asılıydı.
Kan kardeşi Maria’dan böyle vedasız ayrılmak aklının ucundan dahi
geçmezdi. Maria ile Çarşı Mahallesi’nde Dimit Dede’nin yaptığı taze
simitlerden yiyemeyecekti. Zargana Yalısı’nda taştan atlayıp denizde
“Ana booli, Baba booli” oynayamadan, Despin Hala’nın gözlemelerini
yiyemeden, bir anda uçup gitmişlerdi bilinmeyen diyarlara…
Ahmet,
daha küçükken kolunda sepeti ile simit, çörek, kavrulmuş fındık
satarmış. Akşam olunca üst cadde insandan geçilmezmiş. Aşçı Ahmet
Lokantası, İstanbul Oteli, Ankara Oteli tıklım tıklım dolarmış. Yer
bulamayanlar, parası az olanlar ise birkaç kuruş karşılığında
kahvehanelerde sabahlarmış. Kamil Koç, Ulusoy, Çavuşoğlu otobüsleri
peşpeşe dizilirmiş üst caddeye baştan başa…
Sabah erkenden Kozbaşı
Pazarı’ndan aldığımız bir sahan çileğin, bir külek yoğurdun evimizin
içerisine yaydığı kokular ve tadları hep damağımızda olsun diye. Bazan
bir martı olup tepeden süzülerek hamsi sürülerinin içerisine. Paslı
tenekelerde pişirilmiş midye, pavurya olmak, eski bayramlarda meydanda
kurulan dönme dolaplar olmak isterdim çocukların sevinç çığlıklarıyla
yükselerek.
Simsar İsmail, Kozbaşı Pazarı’ndan 14 şişe süt alıp
getirirdi. İçerisine iki buçuk kilo şeker, bir çay bardağı salep, bir
çay bardağı pirinç unu ile kaynamış soğumuş sütü dondurma kazanına
boşaltıp etrafına buz koyup döndürmeye başlar. Sünnet, nikah, bayram
günlerinde herkes yesin, ağızlar bu eşsiz tadı alsın diye.
Yüzyıllar
boyu yaşanmış eski hatıralar bizim zenginliğimiz. Bu saygı, sevgi,
hoşgörü bizim enginliğimiz. Geçen yıllar bizleri yorsa da hiç
unutulmayacak, hep akıllarda kalacak bu kültürel zenginliğimiz. Ben
yaşayıp yazdım, yoruldum. Ancak umut ediyorum ki bu eski hikayeleri
okurken sizler hem dinlenecek, hem de O eski büyülü alemlere dalıp
gideceksiniz…